Dünyanın en gelişmiş sektörlerinden biri olan moda sektörü, ne yazık ki çevreye verdiği zararla da flamayı taşıyor. Çevreyi en çok kirleten sektörler içerisinde ikinci sırada olan moda sektörü son zamanlarda bir değişim içerisinde. Sürdürülebilirlik, geri dönüşüm, çevrecilik kavramlarını son zamanlarda daha sık duyar olduk. Peki bu sürdürülebilirlik nedir ve bu değişimin tarihteki kıvılcımı ne olmuştur?
24 Nisan 2013 tarihinde, binden fazla işçinin binanın yıkılmasıyla beraber hayatlarını kaybettikleri Rana Plaza felaketi, moda tarihinde geç kalınmış bir değişimin ilk kıvılcımı oldu. Bangladeş’in başkenti Dakka’da eski bir binada çalışan tekstil işçilerinin ve ailelerinin hayatlarını tümüyle değiştiren olay, moda sektöründe de bir dönüm noktasına sebep oldu. Facianın gerçekleştiği günün bir gün öncesinde teftişte bulunan mühendislerin binanın bir an önce terkedilmesi gerektiğine dair uyarılarına, patronlar kulak vermediler ve maddi kazanç karşılığında bunca insanın hayatını kaybetmesine sebep oldular. Facianın ardından 2013 yılının Temmuz ayında Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Bangladeş hükümeti bir araya gelerek ‘Bangladesh Sustainability Compact’ inisiyatifini kurdular. Compact’ın öncelikli amacı hazır giyim sektöründe çalışan işçilerin iş güvenlikleri, sağlık standartları ve çalışma koşullarını düzeltmekti. Moda markalarının da işçilerinin çalışma koşulları konusunda daha tedbirli davranacaklarını taahhüt eden sözleşmelere imza attılar. Fakat ne yazık ki tüm bunlar ‘fast fashion’ teriminin hayatımızda yer edinmesini önleyemedi. Sürekli değişen moda akımlarının ve hızlı tüketimin yaratmış olduğu bu terim, üretimi sırasında verdiği çevresel zararları da bizlere unutturdu. Ekonomik, ekolojik ve etik anlamda bilinçli üretimi ve operasyonu içeren sürdürülebilir moda akımı gelecek odaklı bir düzen hedefliyor. Ekolojik düzeyde üretim sırasında sebep olan zararları minimalize etme ve dönüştürülebilir tekstil ürünleri üretme, ekonomik anlamda da tüketicilere ve üreticilere değer katan ürünler yaratmayı esas bilen anlayış bizlerinde tüketimimiz konusunda değişiklikler yapmamız gerektiğine dair uyarı niteliğinde. Bu sisteme geçerek maddi kazanç dışında yaşamımıza dair daha elzem unsurlara önem veren global lüks moda markalarından işte birkaçı…
Stella McCartney
Doksanlı yılların başlarında ilk koleksiyonunu tanıtan marka, o günden beri modaya yön veren öncü markalardan biri olmayı sürdürüyor. Tasarımlarıyla her zaman dikkat çekici olmayı başaran İngiliz moda evi, kullandığı kumaşlarla ve dikim teknolojileriyle de dikkat çekiyor. Kürk veya deri kullanmayan, organik pamuk ve geri dönüştürülebilir kumaşlar kullanan markanın kurucusu Stella McCartney durumu şöyle izah ediyor; ‘ Her bir tasarımımızın oluşum sürecinde, ilk kriterimiz çevreye bırakacağımız karbon ayak izimiz oluyor.’
Eileen Ficher
Birçok global moda evinin hala devam ettirdiği çevreye zararlı üretim modeline karşı bir duruş sergileyen ve sürdürülebilir modayı üretimine entegre eden markalardan biri olan Eileen Fischer, dönüştürülebilir kumaş, naturel boyama teknikleri ve kullandığı organik lifler ile çevrecilerin sevdiği markalardan bir tanesi. Çevreye karşı olan duyarlılığının yanı sıra, işçinin yanında olan ve kadın hareketlerinde desteklerini eksik etmeyen saygı duyulması gereken aktivist bir marka.
Rag&Bone
2002 yılında Marcus Wainwrigt ve Nathan Bogle tarafından kurulmuş ve şehir stilini yeniden tanımlama tutkusu içerisinde olan marka, aynı zamanda yerel üretimi ve sürdürülebilirliği benimseyenlerden. New York’un estetik anlayışını ve İngiliz’in mütevazi sokak stilini harmanlayan marka, şehir stilinin normlarını belirliyor. 2017 yılında Coton Incorporate’s Blue Jeans Go Green ile işbirliği yaparak, kullanılmış denim parçaları geri dönüştürme amaçlı tekrardan tasarlayan ve tüketiciyi bu konuda teşvik eden bir dönüşüm programının da öncülerinden.
Doen
Los Angeles’lı birkaç kadının kurucusu olduğu Doen, tasarımlarında nostaljik California stilinden ilhamını alan online bir marka. Üretiminde etik ve sürdürülebilir değerleri benimseyen marka, el yapımı ve organik kumaşlardan oluşan üretimi için yerel firmalarla çalışıyor. Birlikte çalıştığı işçilerin çalışma koşulları konusunda hassasiyete sahip olan marka ayrıca çalıştığı insanların çoğunluğunun kadınlardan oluşuyor olmasını da gururla taşıyor.
Mara Hoffman
2000 yılında Parsons tasarım okulundan mezun olup ilk koleksiyonunu çıkaran marka, çevreye duyarlı tüketim ve dönüşüm konusunda tüketicileri teşvik ediyor. Moda üretiminde alternatif yaklaşımlar kullanan marka, tasarımlarında ECONYL ve REPREVE dahil olmak üzere bir dizi sürdürülebilir kumaş kullanıyor. Dönüştürülebilir plastik ve atıklardan naylon ve polyester kumaş üreterek mayo,bikini tasarımlarında kullanıyor. Ayrıca nakliye, paketleme ve markalama sürecini de, Çevre ve İnsan Hakları Standartları’na uygun şekilde sağlıyor.